16 Aralık 2018 Pazar

Çocuklarda Dil Gelişim Evreleri

Çocuklarda Dil Gelişim Evreleri Nasıldır?


Bir çocuğun doğduğu andan itibaren dil gelişimi başlar. Çünkü çocuk daha birkaç günlük iken bile duyduğu her sesi hafızasına kaydeder ve benzer sesler işittikçe de bunları tekrar etmeye başlar. Bu nedenle ebeveynler çocukları ile sürekli iletişim halinde olmalı, onlarla konuşmalı ve tekrar edebilecekleri basit kelimeleri heceler halinde sık sıkkullanmalıdırlar. Böylece onların dil gelişimlerine ve konuşma becerisini kazanmalarına yardımcı olur ve direktif veren kelimeler ile birlikte de eyleme geçmelerini sağlayabilirler. Yaş gruplarına ayıracak olursak:
12-18 aylık çocuklar ile; basit ve kısa kelimeler kullanarak iletişim kurulmalıdır. Cümlelerimiz açık ve anlaşılır bir dilde olmalı, yavaş konuşulmalıdır.
18-24 aylık çocuklar; cümle kurmaya başlar. Bunedenle onlara komut verirken veya bir nesne anlatılırken açıklama yapılarak kelime dağarcığı genişletilmeye çalışılır. Örneğin; masanın ne demek olduğu anlatılırken basit sözcükler kullanılarak tasviri yapılmalıdır ya da çocuğunuzla oyun oynarken gerçek nesnelerden yararlanıp, nesneleri ona tanıtılmalıdır.
24-36 aylık çocuklar; bu yaş grubundaki çocuklar uygun direktifler verilir ( oyuncakları topla, burayagel, sandalyeye otur …) ve bu direktiflerin yerine getirilmesi beklenir. Ayrıca çok fazla “Neden” sorusu sormaya başlar. Sorulan tüm sorulara da basit ve anlaşılır bir dil ile cevap verilmelidir.
3-4 yaş arası çocuklar; çok sayıda soru sormaya başlar, kendine ait olan,hayal gücünün ürünü olan hikayeler oluşturmaya başlar.Uzun cümleler kurmaya başlar ve uzun komutları algılayabilir.Bu yaştan itibaren çocuğun olaylar hakkında duygu ve düşünceleri hakkında konuşmaya fırsat verilmelidir..Ayrıca çocuk zaman kavramını da öğrenmeye başlamaktadır.
4-5 yaş arası çocuklar da ise; Uzun cümleleri anlama, kullanma ile birlikte kendisinin ve ailesinin dâhil olduğu hikayeler anlatmaya başlar. Kurduğucümlelere zamanı da katar.(Yarın annemle parka gideceğiz gibi.)
Çocuklar dil gelişimi evresinde birçok kelimeyi yanlış telaffuz ederler. Örneğin; su diyemez bu derler,kapı diyemez bapı derler… Çocuklar yaklaşık olarak 2 yaşına geldiklerinde konuşabilme açısından da heyecan ve heves duyarlar. Anne babalarının veya çevresindeki konuşan kişilerin ağız hareketlerini inceler ve algılamaya çalışırlar. Kendi kullandıkları kelime ile arasındaki farkı algılamaya çaba gösterirler. Biraz önce de belirttiğim gibi çocuk kapıya bapı dediği zaman, çocuğun yanında bulunanyetişkin çocuğa gülmeden,aşağılamadan veya alay etmeden sakin bir üslup ile çocuğa yakın bir mesafede durarak “kapı” diye tekrar etmelidir ki çocuğun dili öğrenme süreci daha kaliteli bir hal alsın. Ayrıca amaç çocuğun kelimeleri doğru telaffuzunu sağlamasına yardımcı olmaktır. Onu yeni kelimeler öğretmeye zorlamak veya baskılamak çocuğu korkutabilir.
Çocukların dil gelişiminde önemli noktalardan birisi de yeni dönemde kullanımı artan tablet ,televizyon, telefon gibi teknolojik araçların konuşma sürecine etkisidir.
Televizyon, tablet vb. teknoloji araçları çocukların dil öğrenimini hızlandırmamaktadır. Yapılan araştırmalar televizyon veya tablet kullanımı yoğun olan çocukların konuşmalarının olması gereken akran düzeyinde seyretmediğini göstermektedir. Bunun sebebi, televizyon görsel olarak renkli bir dünya olsa da ve konuşmalar geçse de çocuğun dili öğrenmesi için gerekli olan “karşılıklı iletişim” şeklini gerçekleştirmez. Bu durumda da dil gelişimi ilerlemez aksine gerilme dahi gösterebilir. Çünkü duymak pasif hafızada işlenir, ancak konuşmak aktif hafızayı harekete geçirir.
Çocuğunuzda gözlemlediğiniz ve “Dil Gelişim” sürecinde bir problem varsa veya sizi şüphelendiren ve kaygılandıran durumlar yaşıyorsanız mutlaka bir uzmandan destek almalısınız. 
                                                                                                    Uzman Klinik Psikolog
Edagül Dursun

4 Aralık 2018 Salı

Panik Atak/Panik Bozukluk

PANİK BOZUKLUĞU


Panit Atak olarak bildiğimiz rahatsızlığın gerçek adı Panik Bozukluğudur. Panik bozukluk ve panik atak birbirleri ile sürekli olarak karıştırılır. PanikAtak;rahatsızlığın adı değil,rahatsızlığın içerisinde yer alan bir semptomdur.Yani semptom olarak bahsettiğimiz,durum bir belirtidir .
Panik bozukluğu diye adlandırdığımız bu rahatsızlığın temelinde bir kaygı durumu vardır. Kaygı beklenmedik bir anda nöbetler halinde gelir ancak bu nöbetler gün boyu sürmez.Nöbetlersırasında kişi şiddetli bir ölüm korkusu,delirme,kontrolünü yitirme hali yaşar.Eğer korkularımızın bir nesnesi yok ise bu durumda kaygılarımız ortaya çıkar.Yani kısaca korku ve kaygı arasındaki farktan bahsedecek olursak;
Korku : aniden ortaya çıkan bir tehlikeye karşı verilen tepkidir.Yani ortamda bizi korkutacak bir nesne vardır.Kaygı da ise;gelecekte ortaya çıkabilecek tehlikelere karşı bedenimizde ve düşüncelerimizde ortaya çıkan değişikliklerdir.
Korku durumunda vücudumuz panik atak yaşadığımız zaman gösterdiğimiz reaksiyonları gösterir.Ancak panik bozukluğu durumunda yaşadığımız duyguya korku değil de kaygı denilmesininsebebi;ortamda korku yaratacak herhangi bir nesnenin olmayışıdır.
Panik bozukluğun belirtileri nelerdir?

BEDENSEL ;
-Çarpıntı
-Terleme,titreme
-Kalp atımında hızlanma
-Nefes alamıyormuş gibi olma, nefes darlığı, boğulma hissi,solunum sıkışması
-Sıcak ya da soğuk basmaları
-Kan basıncında yükselme
-Uyuşma-karıncalanma hissi
- Uykusuzluk
DUYGU ;
• Gerginlik Hali
• Bunalmak
• Huzursuzluk
• Sıkıntılı ve stresli olma
• Sürekli bir endişe ve evham hali

DÜŞÜNCE ;
• Öleceğine inanma
• Delireceğim
• Kriz geçiriyorum (kalp krizi)
• Yeniden atak geçireceğim.

Bu belirtilerin sürme zamanı 5-10 dakika arasıdır.Sonra şiddetinde azalmalar meydana gelir.
Çoğu zaman kişi bu panik nöbeti sırasında öleceğinden,inme ineceğinden ya da özdenetimini yitirerek delireceğinden korkar.(Öztürk,2011)
Ancak bu belirtilerin herkes aynı şekilde seyredeceğini söylemek pek doğru olmaz.Çünkübelirtiler kişiden kişiye değişiklik gösterebilir.Gösterilen belirtiler ile birlikte kişide her zaman bir ölüm korkusu,kontorülünü yitirme hissi oluşur.Bir kez panik atak geçiren bir kişi,sürekli geçireceği korkusunu içinde taşır.Bu durum beklenti anksiyetesi oluşturur.Bunun sonucunda kişi artık kendisi için panik durumu oluşturan ortamlardan uzaklaşmayabaşlar.
Panik Bozukluğun Görülme Sıklığı Nedir ?

• Dünya üzerinde yapılan araştırmalar panik bozukluğunun gene nüfus içindeki yaygınlığının % 1,5-3,5 arasında olduğunu ortaya koymaktadır.
• Panik Bozukluk kadınlarda erkeklere oranla 2-3 kat daha fazla görülmektedir.
• Panik atağın erken dönemlerde fark edilmediği zamanlarda alkol-madde kullanımı ve depresyona yatkınlık artmaktadır.
• Panik Bozukluk genç yetişkinlik döneminde daha çok başlangıç yaşı 20’li yaşlar olmasına karşın yaşamın herhnagi bir döneminde de yaşanabilir.Kişilerin Yaşamış oldukları travmatik olaylar bir başlangıç olabilir.

Panik Bozukluğa Eşlik Eden Ruhsal Problemler Nelerdir ?

Panik Bozukluk tek başına belirtiler ile kendisini göstermeyebilir.Eşkil eden farklı ruhsal süreçlerde mevcut olabilir. Bu ruhsal süreçler ;
• Sosyal Fobi ile kendisini gösterebilmektedir.
• Panik Bozukluk Hastalarında Obsesif Kompülsif Bozukluk( Takıntı Hastalığı) görülme sıklığı % 20 civarındadır.
• Alkol Kullanımı ve buna bağlı olarak atak sıklığının görülme oranı % 80 ‘dir.
• İntihar riski normla popilasyona göre yüksektir.
• Hastaların %50-60’ında depresyon riski yüksektir.
Tedavi

➢ Stresi azaltmak
➢ Kişinin kendisi hakkındaki düşünce yapısını değiştirmek;
-Benliğinizin olumlu ve güçlü yönlerine odaklanın.
-Kendiniz ile ilgili olumsuz düşünce yapılarını olumluya çevirmek için destek almaktan çekinmeyin.Çünkü olumsuz düşünce yapısı atakların sıklığını arttırmaktadır.
➢ Gevşeme Teknikleri; Kişiye yaşamış olduğu bu  yoğun anksiyeteli durumu kontrol edebilme becerisi kazandırılırKişi panik atak geçirdiği sırada bu tekniği uygulayarak gevşemeyi sağlayabilir. Otojenik Eğitimin verilmesi de anksiyete bozukluğunda önemli bir tedavi şeklidir.Kişi hiç durmadan arka arkaya şunları tekrar etmelidir:
1-Kolum ağır
2-Kolum sıcak
3-Nefesim sakin ve düzenli
4-Kalp atışım zenli
5-Sıcaklık karnımdan yayılıyor
6-Alnım üzerinden serin bir hava geçiyor.
Solunum Egzersizleri; Bu egzersiz yöntemi atağı kontrol edebilmek amacıyla; atak başlamadan, başlayacağı hissedildiği anda hastanın başvuracağı bir yöntemdir. İyi bir nefes almak iyi bir nefes vermekle başlar. Ağır derin ve sessiz olun. Nefes egzersizine başlamadan önce, sağ elinizi göbeğinizin hemen altına koyun, sol elinizi göğsünüzün üzerine koyun ve gözlerinizi kapatın. Nefes almadan önce ciğerinizi iyice boşaltın. Yeni bir nefes almak için birkaç saniye bekleyin. Art arda iki derin nefes aldıktan sonra kesinlikle 5-6 kere de normal nefes alın. Tüm bu işlemleri günde 30 kez yapın ve bunu alışkanlık haline getirin.
Bilişsel-Davranışçı Terapi: Kişi  kaygı oluşturan,felaketleştirdiği uyarana karşı aşamalarla alıştırılıp, ve o uyarana karşı duyarsızlaştırılır. Yani kademeli olarak kaygı durumunun üzerine gidilir.
➢ Fiziksel belirtiler sonucu ortaya çıkan felaketleştirmenin bilişsel yeniden yapılandırılmasını sağlar.
➢ Tekrar olursa kişiye nasıl baş etmesi gerektiğinin yolları öğretilir.
➢ Kaçma,kaçınma ve güvenlik sağlayıcı davranışlara davranışsal müdahaleler yapılır.
Kaynak : Öztürk.O.M.,(2011),Ruh Sağlığı Ve Bozuklukları I-II,XXI.Baskı,BeşirKitapevi,Ankara.
 Uzman Klinik Psikolog
Edagül DURSUN
 D

25 Kasım 2018 Pazar

DEPRESYON VE TEDAVİSİ

MEVSİM SONBAHAR, BEN YİNE DEPRESYON’DAYIM…
HAVA TAM DEPRESYON HAVASI…
GALİBA DEPRESYONA GİRİYORUM…
Zaman zaman birçoğunuzun kullandığı cümleler olmalı.
• Peki gerçekten depresyon söylediğimiz kadar basit bir rahatsızlık mı?
• Ya da depresyona canımız istediği zaman girebiliyor muyuz,canımız istediği zaman çıkabiliyor muyuz ? 
• Nasıl bir ruhsal rahatsızlık depresyon?
Ne demek “depresyon?”  
Bildiğimiz anlamının dışında grçekten bir depresyon hastası mısınız,yoksa zaman zaman yaşadığınız dönemsel bir çöküntü hali mi ? 
Eğer öyleyse bunun da bir sebebi olmalı ?
Bu sebepleri çözümleyemezsek ilerde “depresyon” adayı olabilirsiniz veya hafif düzey depresyon hastası iseniz ve bunu önemsemeyip dönem dönem iyi halinizi de baz alarak ilerlediğinizde,”Ben kötü değilim,Bugün daha iyiyim,Geldi geçti İşte… gibi cümle kalıplarıyla geçiştirdiğinizde; olayları,duyguları çözümleyemediğinizde sonraki süreçlerde sizin için daha ağır tablolarda seyredebilir. Bu nedenle destek almayı ertelemeyin,duygularınızı bastırmayın,kendim hallederim diyerek ötelemeyin… Çünkü “Ruh sağlığı” çok önemli bir olgu. Her şeyin başı. Bedensel birçok hastalığın zemini. Unutmayın !!!
Konumuz olan Depresyon’a geri dönecek olursak;Nedir Depresyon yani Depresif Duygu Durum Bozukluğu ?
Bugün çoğu insan gün içerisinde yaşadığı bazı olaylar sonucunda kendisini yalnız, bunalmış,sıkıntılı,üzüntülü hissedebilir.Bazı durumlarda yaptığınız işlerden zevk alamamaya başlarsınız.Günümüzde de birçoğumuz“Bugün depresifim, Galiba depresyona girdim.”gibi cümleler kurmaktadır ve gün geçtikçe de bu sayı artmakta.
Ancak unutulmamalıdır ki depresyonun önemli özelliklerinden birisi süreğen olmasıdır.”Bugün depresyondayım” diyen bir kişi için depresyon tanısı koymak doğru değildir.Yaşadığımız olaylar bizler de depresif duygular oluşturabilir ancak depresyon tanısı koyabilmek için kişi en az iki hafta boyunca depresif belirtiler göstermelidir.Depresifbelirtiler öncesi yani kişi kendisini mutsuz,umutsuz,çaresiz hissetmeden önce yaşama,kendi bireyselliğine ve çevresine dair birçok plan oluşturmuş,belkide bunların bazılarını yaşama geçirmeye başlamış olabilir.Ancak kişinin bu planlarını engelleyen bir durum oluştuğunda ya da herhangi bir başarısızlıkla karşılaşıldığında ya da hayatında önemli bir yere sahip kişinin kaybı sonucunda kişi depresif belirtiler göstermeye başlayabilir ve bu durum süreğen bir hal alabilir.
Nedir bu depresif belirtiler ?

Yani bir kişinin depresyonda olduğu nasıl anlaşılır?
-Depresyon duygu durumu olan kişi sosyal ve iş yaşamındaki rollerini işlevsel olarak sürdürmekte zorluk çeker,
-Gün içerisinde yapılan basit aktiviteler bile artık dayanılmaz bir hal almaya başlar,
-Karamsarlık hissi,motivasyonda azalma,ağlama isteği,özsaygı da azalma,hayatın anlamsız bir hal aldığı düşünceleri oluşabilir,
-Hatayı kendinde arama,
-Konsatransyon bozukluğu, dikkat eksikliği,
-Cinsel istekte azalma,
-Aşırı uyku ya da uyuyamama,
-Yalnızlık hissi,üzüntü,keder,çaresizlik ve mutsuzluk durumları ile karşılaşılabilir.
Her gün gittiğiniz işinize artık gitmek istemeyebilir, günlük olarak sürekli yaptığınız işler  artık içinden çıkılmaz bir hal almaya başlayabilir.Mesleki işlevselliğinizi kaybetmeye başlayabilir,yaşama sebebinizi bile anlamsız bulabilirsiniz.Kimsenin sizi anlamadığını düşünebilir,kendinizi eve kapatabilir,sürekli olarak ağlamak isteyebilirsiniz.
Bahsettiğimiz gibi bu belirtilerin en az ikisinin iki hafta içinde süreğen biçimde olması depresyonda olduğumuz anlamına gelir. Bazen sadece depresyon duygu durumunu yaşamıyor olabilir,depresyonun eşlik ettiği farklı sorunlarda yaşıyor olabilirsiniz.
Ancak dikkat edilmesi gereken önemli nokta bunun bir son olmadığıdır.
Yaşadığınız sorunlar artık sizin içinde içinden çıkılmaz bir hal almaya başladıysa yapılandırılmış bir psikoterapi etkili bir çözüm yolu olabilir. Sizlerin ruh sağlığı bizler için oldukça önem taşıdığından,size uygun doğru bir tedavi yöntemi belirlenmektedir.Çünkü psikoterapi içerisinde kişinin bireyselliğine uygun bir yol izlenmelidir.
Kendinizi gerçekten bunalmış,yalnız,çökkün;artıkyaptığınızişlerden zevk alamaz halde düşünüyorsanız, psikolojik bir destek almanız faydalı olacaktır.Çünkü depresyon bir süreçtir.Sabah uyandığınızda depresyona girmediniz.Bu bir süreç ve hayatınızda sizi buraya iten b

4 Kasım 2018 Pazar

ÇOCUKLARDA TIRNAK YEME DAVRANIŞI ÇOCUK PSİKOLOJİSİ

ÇOCUKLARDA TIRNAK YEME DAVRANIŞI
ÇOCUK PSİKOLOJİSİ
ÇEK O ELİNİ AĞZNDAN !!!
Pek çok anne ve babaya tanıdık gelen bir söylem olmalı. Özellikle çocuğunuzun tırnakları ile içli dışlı bir ilişkisi varsa…
Peki, hiç düşündünüz mü; çocuğunuz neden tırnak yiyor olabilir? Üstelik her seferinde uyarmanıza rağmen… Belki de cevap sorunun içindedir. Nasıl yani dediğinizi duyar gibiyim?
Belki de çocuğunuz ile iletişime geçtiğiniz an, sadece tırnak yeme anı vardır.
Çocukların dünyası basittir. Yalnızca anlaşılmak, sevilmek ve güvende hissetmek isterler. Bazı küçük yaramazlıkları bile sizinle iletişimin bir yolu olarak görürler. “Siz çocuğunuza kızıyor olsanız dahi.” Bu çok acı bir tablo.
Gelelim tırnak yeme konusuna;
Tüm çabalarınıza, ısrarlarınıza, cezalarınıza hatta ödüllerinize rağmen çocuğunuz tırnak yemeye devam mı ediyor?
Öncelikle ilk olarak şunu belirtmek isterim; eğer çocuğunuz 2 yaş ve öncesi ise ve tırnağını ya da parmağını emme davranışını gösteriyorsa panik olmaya veya çocuğunuzun üzerinde baskı kurmaya çalışmayın. Çünkü bu davranış, emme dönemindeki eksikliği giderici bir davranıştır.
Eğer emme döneminde sonraki döneme denk gelen bir tırnak yeme davranışı var ise, bu güven yoksunluğunun dışa vurumu olarak nitelendirilmektedir. Bu dönemde, ebeveynlerin baskıcı tutum ve davranışları, çocuğun elini sürekli olarak ağzına götürmesine neden olur.

Tırnak Yiyen Çocuğa Nasıl Yaklaşılmalıdır?

Tırnak yeme davranışı, çocuğun ruhsal dünyasındaki bir çatışmanın dışa vurumu olabilir. Eğer bu dönemde çocuk ebeveyni tarafından eli bantlanarak, tırnaklarına acı oje sürülerek, ellerine acı biberler sürülerek engellenmeye çalışılırsa, çocuk üzerinde kurulan bu baskı ruhsal bir kaygıya, travmatik bir anıya dönüşebilir. Çocuk bu durum karşında tırnak yeme davranışına ara verse bile, bir süre sonra yeniden ortaya çıkar.
Bu nedenle önemli olan;
Çocuğun ruhsal dünyasında var olan problemi çözmek, onu anlamaya çalışmaktır. Çocuğunuzu anlamaya çalışırken ki ilk adım;
1-Çocuk duygularını ifade etmede zorluk çekiyor olabilir. Baskı altında hisseden çocuk duygularını ifade etmede zorluk çeker ve bunun sonucu olarak da tırnak yeme davranışı ortaya çıkar. Çocuğunuzu gözlemlediğinizde, tırnak yeme davranışı eğer çekingen bir şekilde kendisini gösteriyor ise kendisini güvensiz hissediyor olabilir. Bu durumda dikkat edilmesi gereken nokta, çocuğun yanında olan yetişkinin veya anne-babasının onunla konuşurken ki ses tonu, hitap şekli çocuğun benliğine zarar verici şekilde olmamalıdır.
2-Çocuk ile anne arasındaki bağlanma probleminin bir sonucu olabilir. Çocuk, annesinin onu sevdiğine güvenmeli ve aralarında bir sevgi bağı olmalıdır. Çocuk anne tarafından sevgi ihtiyacının karşılanmasını istediği zamanlarda reddedilmemelidir.

Çocuk bulunduğu sosyal ortamda kendi gibi olabiliyor, bir işi yapabildiğini fark ediyor, yetişkinlerden tarafından eleştirilmediğini onaylandığını hissediyor ise tırnak yeme davranışını kendiliğinden bırakacaktır.


UZMAN KLİNİK PSİKOLOG
Edagül DURSUN